Blog Listem

20 Mart 2017 Pazartesi

Das Experiment Film Analizi

Das Experiment Film Analizi
Film yapay hapishane ortamında gerçekleştirilen bir psikolojik deneydir. Film Stanford üniversitesinde gerçekleştirilmiş bir deneyi konu almıştır. Filmde sıradan insanların, hapishane gibi katı kuralların ve disiplinin hakim olduğu bir ortama girmeleri durumunda birbirleri ile ne türden ilişkiler geliştirdikleri üzerinde ayrıntılı olarak işlenmiştir. Katılımcılar gazete ilanı ile 40.000 Mark karşılığında seçilmiş olup farklı kültür ve ırklara sahiptir. Ayrıca deneyin başında tüm deneklere deneyin tam olarak ne olduğu, nelerle karşılaşılabileceği, haklarının ne olduğu anlatılmış; can güvenlikleri garanti edilmiştir. Kişilerin gerçekten hapishane ortamında olduklarını hissetmeleri ve kendilerine verilen mahkûm ya da gardiyan rolünü benimsemeleri ve özümsemeleri istenmiştir. Ayrıca gerçek bir hapishane ortamı kurgulanmıştır.  14 günlük deneyi konu alan filmde ponaptikon metodu kullanılarak doktorlar tarafından gerek mahkûmların gerekse gardiyanların davranışları gözlemlenenmiştir.
Gerek mahkûmlar gerekse gardiyanlar bunun bir deney olduğunun farkında olarak birbirlerine karşı kibar ve şakacıdırlar. Ancak çok kısa süre sonra özellikle gardiyanlar rollerini çok fazla benimsemiştir. Mahkûmları kendi hegemonyaları altına almak adına farklı yöntemler geliştiriştir. Öncelikli olarak itaat ettirmek için aşağılama, utandırma, hakaret etme, hatta deneyin son günlerine doğru şiddet uygulama gibi yöntemlere başvuru yapmışlardır.
Mahkûm ve gardiyanların davranışlarını inceleyecek olursak; öncelikli olarak iyi ve kötü kavramını konuşabiliriz çünkü filmde katılımcılara uygulanan testlerden birinin, hızlı gösterilen şiddet içerikli görüntülere yönelik tepkileri ölçüldüğünü düşünecek olursak şiddet eğilimi yüksek olanların gardiyan olarak seçilmiş olabilir. Bu bağlamda iyi gözükse bile bilinçaltında şiddet eğilimli olan ve baskın olmayan karakterlerin rollerini benimsemesinden kaynaklı olarak ortamın koşullarına göre kötü olduğunu ve kötü davranışlar sergilediğini görülmüştür. Mahkûmların itaat etmemelerinden kaynaklı olarak gardiyanların kendilerine verilen yetkilerine güvenerek kötü davranışlar sergilediği görülmüş öyle ki katılımcılar gözetlenmenin dışına çıkıp gardiyanların mahkûmlara şiddet uyguladıkları görülmüştür. Grup davranışlarında ise şakalaşmalar ve neşeli olarak başlayan ilk günde “birbirinizi numarayla çağırın”, “gardiyanlara “Sayın gardiyan, efendim” vb. diye hitap edin”, “ışıklar sönünce konuşma yok”, “yemekleri bırakmak yok; hepsini bitirin”, “gardiyanlara itaat edin”, “itaatsizlik cezalandırılacaktır” söylemleri yerini şiddet içerikli gaz, ceza, çıplak bırakma, hücreye kitleme, bağlama daha sonra dövme, üstüne işeme, tecavüze yeltenme, azını bantlama, kara kutuya koyma hatta öldürmeye kadar ilerlemiştir. Hâlbuki filmin en başında “şiddette başvursanız deney biter” denmişti. Fakat kişilik farklılıklarına bağlı olarak işler çığırından çıkartı. Çünkü gardiyanlar arasında bastırılmış, silik olan kişinin birden lider konuma geçmesi elde etmiş olduğu otoriteyi kullanarak olaylarda şiddet yolunu tercih etmesi, kameralı gözlüğü ile gizlice gazetecilik yapmak için deneye katılan gazeteci ve gazetecilik güdüsü ile olayları şiddetlendirmesi tepki gösterme, itaat etmeme yargımla ve isyan çıkartma gibi. Deneyi raporlamak amacıyla bir askerin katılması ve uzun süre tepkisiz kalması. Lider gardiyana itaat etmediği için cezalandırılması, Ferrari hayali ile sürekli kendisini denek olarak kullandıran kişi… Olaylara birbirinden farklı tepki gösteren zıt karakterli katılımcıların olayların şiddetinin artmasından sonra grup psikolojisi ile harekete geçip mahkûmlar gardiyanlara karşı savaşması ve aynı şekilde ipin ucunu kaçıran gardiyanların hem mahkûmlara hem de doktorlara karşı otorite kurarak her birini cezalandırma isteği görülmüştür. Olay örgüsünde ilginç olan bir diğer nokta ise gazeteci ve kadın ilişkisidir. İkisininde travma sonunda tanışması ve kısa bir sürede güçlü bir bağ kurmalarına sebep olmuştur. Öyle ki gazeteci hapishane deneyinde yaşamış olduğu travmalarda ise bulunduğu ortamdan uzaklaşmak için en yakınında bağ kurduğu kişiyi hayal etmiştir.
Sonuç olarak, yönetim ve organizasyon perspektifinde filmi değerlendirecek olursak, gücün kontrolsüz olarak kullanıldığı özellikle gardiyan rolündeki kişilerin tatmış olduğu üstünlük hazzı gruplar arasında savaşa yol açmış ve iki grup deney olduğunu bildikleri halde empati kurmak yerine acımasızca düzen kurmaya çalışmıştır ve görevlerini içselleştirmeleri ile başlayan sadist eylemler gerçeklik algısının yitirmesine bağlı olarak bir savaşa dönüşmüştür. Ayrıca yoğun baskı ve stres altında kişiliklerin nasıl değiştiği ve yapay bir güç faktörü ortaya çıkmış ve kişiler kontrolden çıkarak etik dışı ve insan haklarına saldırı niteliğinde davranışlar ortaya çıkmıştır. Katılımcılardan bazıları deneyi bırakmak istese bile deneğin talebinin reddedilmesi de deneyin etik olmadığının göstergesi olmuştur. Kişiler ruhsal olarak ciddi sarsıntılar yaşamakla kalmayıp hayatını kaybetme noktasına gelmiştir.




15 Mart 2017 Çarşamba

Paradigma Nedir?



Paradigma Nedir?
Paradigma, yunanca “misal, ilk örnek, örnek olabilen” anlamına gelmektedir. Türkçe; çerçeve kavram anlamını taşımaktadır. Bilim felsefecisi Thomas Kuhn’un ortaya attığı ve çeşitli alanlarda kullanılması yaygınlaşan bu kavramı “Bilimsel Devrimlerin Yapısı (1962)” adlı ünlü eserinde ileri sürdüğü argümanlar ile geleneksel bilim imgesi ile birlikte alışılagelmiş bilimsel ilerleme anlayışını ciddi bir şekilde eleştirmiştir.
 Kuhn’un bilim tarihine dayanarak oluşturduğu yepyeni bilim imgesi, bilimin, ‘olağan bilim öncesi dönem’, ‘olağan bilim dönemi’, ‘bunalım dönemi’ ve ‘bilimsel devrimler’ gibi farklı özelliklere sahip süreçlerin birbirini takip ettiği bir etkinlik olduğunu göstermektedir. Bu anlayış da bilimsel süreç bir paradigmanın bunalım yaratan problemi çözmesiyle başlar; paradigmayla olgu toplama (Kuhn deyimiyle bulmaca çözme) süreci ve aykırı olgularla karşılaşma süreci devam eder ve son olarak yeni bir paradigmanın ortaya çıkması ile süreç tamamlanır (Salgar 2015: 247). Kuhn’a göre bu süreçte bilimsel ilerleme yeni paradigmanın bunalım yaratan problemi çözmesiyle karakterize olmaktadır. Bu durum Kuhn’a göre açıkça bir bilimsel devrimdir. Çünkü yeni paradigma birikimci olmayan gelişimci bir sürecin parçasıdır. En önemli özelliği ise eski paradigmayla bağdaşmamasıdır. O halde Kuhn açısından bilimsel ilerlemeyi, farklı nitelikteki bir paradigmadan diğer paradigmaya devrimsel geçişler olarak tanımlanmak yerinde olacaktır (Salgar 2015: 249).
Paradigma, bilim adamının yetiştiği ortam, onu çevreleyen kavram çerçevesi, fikir çerçevesi, bilimsel başarılar, gelenek, model, metafizik, kurgu, siyasi kuramlar kümesi, herkesin kabul ettiği öğretiler bütünü, o dönemde hakim olan dünya görüşü ve benzeri birçok anlamlarda kullanılmaktadır.
Paradigma; elde yeni bir teori olmadığı zaman işlev yapan bir modeldir. M.Marterman’a göre Khun, paradigmayı yirmi bir ayrı anlamda kullanmıştır. Evrensel ölçülerde bilinen bir bilimsel başarı, mit, bir felsefe ve sporlar takımı, bir ders kitabı ve klasik bir eser, bütün bir gelenek ve bir model, bir analoji, başarılı bir metafizik spekülasyon, örf adet hukuku içinde kabul edilmiş bir cihaz, bir araç kaynağı, resimler ile açıklama biçimi, kural dışı bir kart destesi, bir araç fabrikası, iki tarzda görülebilen bir algı kalıbı, politik bir kurumlar takımı, yarı metafiziğe uygulanan bir standart, algılamayı yönlendiren bir ilke, genel bir epistemolojik görüş noktası, yeni bir görme tarzı, geniş bir gerçeklik alanı belirleyen bir etken (Bolay 2004: 285).
Paradigma kavramı bir düşüncenin belirli bir dönem aralığında farklı kişilerce kabul görmesi olarak en genel şekli ile tanımlanabilir. Bu kabul gören düşünce çeşitli etmenler doğrultusunda değişim ve  gelişim gösterebilir. Ayrıca bilimsel paradigmalar belli bir süre için evrensel olarak kabul edilen bilimsel olgular olarak da tanımlanabilir. Bu olguların zaman içinde yerini yeni fikirlere bırakabilmesi ve yeni olanın kabul görmesi paradigma değişikliği olarak görülür.
Kuhn’un bu nihai paradigma betimlemesi, bilim adamının bilimsel faaliyet alanındaki tüm iç ve dış faktörlerini bilimsel olarak niteleyen bir anlayıştır (Irzık 2010: 35). Kuhn’un paradigma kavramı, eleştirenlerin belirlediği anlamlara denk gelebilecek biçimde dar kalıplara sıkışmış bir kavram değildir. Daha kapsamlı ve bilim açısından daha hayati bir unsur olarak algılanmaktadır. Eski bilimsel anlayıştan daha kapsamlı unsurları içerisinde barındırması nedeniyle, farklı algılamalara neden olan paradigma, aynı zamanda geleneksel kurallardan daha fazlasını ifade eden bir kavramdır. Paradigmanın bu özelliğini sürekli vurgulayan Kuhn, geleneksel kuralların yerine paradigma kavramının kullanılmasının nedenlerini söyle sıralamaktadır:
·         Paradigmalar ortak kurallardan daha çok uzmanlığa ve bilim alanlarının çeşitliliğine müsaittir.
·         Paradigma ve kurallar birbirinden bağımsız işleyen iki unsurdur. Çoğu zaman paradigmalar bilimin yapılmasında kurallardan daha az bağlayıcıdır ve paradigmaya bağlı çalışmalar bu nedenle daha az zorlayıcıdır.
·         Paradigmalar olağan bilimi geliştirilebilir kuralların müdahalesi olmadan da belirleyebilir.
·         Bilimdeki gelişim ve devinime doğru kırılmaların temelinde kuralların işleyişinden ziyade hakim paradigma üzerindeki tartışmalar önem arz etmektedir (Khun, Çev. Kuyaş 1982: )



Kaynakça
Kuhn, Thomas S., Bilimsel Devrimlerin Yapısı, (1969), (Çev. Nilüfer Kuyaş), Alan Yayıncılık, İstanbul 1982.
Bolay, Süleyman Hayri,”Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü”,(ss. 285-286), 10. Baskı,
Nobel Yayınları, Ankara.
Irzık, Gürol, “20. Yüzyıl Bilim Felsefesi Tarihini Yeniden Yazmak”, (Ed. Sibel Kibar), Anlam Kavramı Üzerine Yeni Denemeler, (ss. 33-46), Legal Yayıncılık, İstanbul 2010.
Daştan, Uğur. “Bilimin Tarihsel Gelişim Sürecinde Thomas Samuel Kuhn’un Bilim
Felsefesinin Yeri” Yüksek Lisans Tezi, (ss.156), Erzurum 2013.


Bilim Nedir?



Bilim Nedir?
Bilim kavramı üzerine düşünce tarihinde birçok görüş belirtilmiştir. Bilim nedir? Sorusunun cevabını aramak,  bilimi anlama faaliyetidir. Bilimi anlama ise bilim felsefesinin konusudur (Ömerustaoğlu 1999: 45). Bu bağlamda bakıldığında “bilim nedir?” sorusunun cevabını bilim felsefecileri verecektir. Öyle ki bilimi anlama sürecinde felsefecilerin görüşleri ve ortaya atıldıkları zamanın izlerini taşımasının yanı sıra günümüz açısından da bilim adı altında gerçekleştirilen faaliyet alanın da içeriğini belirlemiştir. Bugün bilimin olmadığı bir dünya düşünmek neredeyse imkânsızdır. Ancak hala bilim ile kastedilen olgunun neyi ifade ettiğini tam olarak açıklamak oldukça zordur. Bu bağlamda geçmişten günümüze “Bilim nedir?”
Bilim olgusunun ne olduğu ile ilgili iki farklı perspektif bulunmaktadır. İlkine göre bilim; pratik, gündelik hayatta kullanılabilecek bilginin bir parçası ve bu türden bilgileri elde etme yöntemidir. İkinci bilim perspektifi ise; ilk bilimsel görünümün aksine, pratik getirilerine bakılmaksızın sadece saf bir entelektüel çalışmayı içeren faaliyetlerin toplamıdır. Buradaki bilim faaliyetleri sadece bilme merakına dayalı olarak fayda amacı güdülmeksizin yapılan çalışmaların ortak adıdır (Campbell 1921: 1; Akt. Daştan 2013: 9),
Bilime pratik kaygılarla bakıldığında bilimin kökeninin insanlık tarihi kadar eski olduğu sonucuna gidilebilir. Bu bağlamda pratik anlamda geçmişte özellikle köklü medeniyetlerde bilimsel çalışmaların yapıldığı bilinmektedir. Bu medeniyetler Mısır, Mezopotamya, Hint ve Çin gibi tarihe mal olmuş medeniyetlerdir. Özellikle yerleşik hayata geçilmesi ile birlikte insanoğlu fayda sağlamak amacıyla daha fazla bilgi üretiminde bulunmuştur. M.Ö. 7000’lerde Nil Nehri yakınlarında Mısır uygarlığı, M.Ö. 6000’lerde Fırat ve Dicle kenarlarında kurulan Mezopotamya uygarlığı ve yine aynı dönemlerde Uzak Doğu’da kurulan Hint ve Çin uygarlıkları birçok bilimsel ilke imza atmışlardır (Topdemir ve Unat 2009: 13).  Öyle ki insanoğlu mevcut koşullar altında hastalıklarını bir şekilde tedavi etmek, tarım için gerekli sulamayı yapabileceği kanallar inşa etmek, yiyebileceği hayvanları avlamak, mevsimlerle ilgili değişiklikleri zorunlu olarak bilmek gibi birçok tekniğe ihtiyaç duyduğundan ister istemez bilimsel faaliyet alanına katkı sunmaya başlamıştır (Selsam 1932; Çev. Türdeş 2004: 98).
Antik Yunan düşüncesi ile birlikte bilme faaliyeti, geçmişte gerçekleştirilen faaliyetlerden bağımsız olarak tamamen bilgelik adına yapılmıştır. Doğa filozoflarıyla başlayan bu dönemin en dikkat çekici özelliği, bu filozofların aynı zamanda bilime değerli katkılar sunmuş olmalarıdır. Özellikle ilk felsefi tartışmalarda, söz konusu bu filozoflar, evrenin kökenine ve yapısına ilişkin sorunlara akıl yoluyla çözümler getirmeyi amaçlamışlardır(Saruhan ve Özdemirci 2011: 26).
İlkçağ doğa filozoflarının ilki M. Ö. 6. yy’da yaşamış olan Thales olarak kabul edilir. Evrendeki her şeyin ilk nedenini “su” olarak belirleyen Thales’i felsefi düşüncede olduğu kadar bilimsel söylem içerisinde de değerli kılan en önemli sebep, evrenin ilk kaynağına ilişkin verdiği cevap ile ilk kez ve açık bir biçimde efsaneden bilime veya felsefeye geçişi sağlamış olmasıdır (Arslan 2008: 91).
Sofistlerin ilk ve en bilinen düşünürlerinden olan Protagorasa göre insan her şeyin ölçüsüdür ki, bu aşamada var olan şeylerin varlıklarının da var olmayan şeylerin yokluklarını da belirleyen bir konuma sahiptir. Diyalogun devamında üşüyen biri için rüzgârın soğuk, üşümeyen biri için ise soğuk olmadığı vurgulanır (Platon; Çev. Gökberk 2009: 463-464). Bu anlayış, bilgi ile ilgili olarak bilginin üreticisi olan öznenin her durumda etkin bir rolü olduğunu bizlere göstermektedir (Daştan 2013: 13). Yunan düşüncesinde oluşturduğu dönüm noktası sebebiyle, Yunan filozofları Yunan bilim tarihini genellikle "Sokrates öncesi" ve" Sokrates sonrası" olmak üzere ikiye ayırır. Sokrates’e göre bilim bilginin tümevarımsal akıl yürütmelere dayalı olmasıdır. Diğeri ise herkeste mevcut olan bilginin tümel tanımlara karşılık gelmesidir (Çücen 1996: 103).
Platon’un bilgiye ilişkin ilk ve en önemli belirlenimi, bilginin duyum ve algı olmadığıdır. Eğer bilgi bu şekilde duyum ve algı ile sınırlandırılırsa o zaman hiçbir şekilde bir bilginin doğru ya da yanlış olduğunu iddia etmemiz mümkün olmayacaktır  (Platon: 463).  Platon’un bilgiye ait söylemlerinde son olarak “bilim nedir?” algısına bakılacak olursa, burada en önemli ve vazgeçilmez bilim olarak felsefeyi kabul ettiğini söyleyebiliriz. Özellikle ideaların bilgisine ulaşmada kullanılan diyalektik yöntemin, Platon tarafından tam olarak belirtilmese de felsefe olduğu kabul edilir (Aristoteles; Çev. Arslan: 318).
Aristoteles için var olan bir bilim daha vardır ki bu bilim, içeriği bakımından varlığın değil; düşüncenin bilimi olarak oluşturulmuştur (Aristoteles; Çev. Arslan: 57). Söz konusu bu bilim, aynı zamanda düşünceye konu olan her türlü varlık alanın da incelenmesinde belli kuralların belirlendiği mantık bilimidir. Mantık; bu gün modern bilimsel anlayış içerisinde yöntem adı verilen olguya, Aristoteles tarafından atfedilen en yakın alanlardan birisini oluşturmaktadır (Cevizci 1998: 169).

Kaynakça:
 Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi Aristoteles, s. 57.
 Ahmet Cevizci, İlkçağ Felsefesi Tarihi, (2. Baskı), Asa Kitabevi, Bursa 1998, s. 169.
Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 2 Sofistlerden Platon’a, ss. 318-319.
Aristoteles, Metafizik, (Çev. Ahmet Arslan), (2. Baskı), Sosyal Yayınları, İstanbul 1996, s. 541
Kadir Çüçen, Bilim Felsefesine Giriş, ( 1. Baskı), Sentez Yayınları , s. 103.
Platon, Theaitetos (Diyaloglar içinde), s. 463-471.
Hüseyin Gazi Topdemir – Yavuz Unat, Bilim Tarihi, (2. Baskı), Pagem-Akademi Yayınları, Ankara 2009, s. 13.
HowardSelsam, Din, Bilim ve Felsefe, (1932), (Çev. Mehmet Türdeş), Morpa Kültür Yayınları, İstanbul 2004, s. 98.
Şadi Can Saruhan - Ata Özdemirci, Bilim, Felsefe ve Metodoloji, (2. Baskı), Beta Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 26.
Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 1 Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi, (2. Baskı), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2008, s. 91.
Platon, Theaitetos (Diyaloglar içinde), (Çev. Macit Gökberk), Remzi Kitabevi, İstanbul 2009, ss. 463-464.
Adnan Ömerustaoğlu, Thomas Khun’un Bilim Felsefesi Doktora Tezi, Erzurum 1999.

Uğur Taştan Bilimin Tarihsel Gelişim Sürecinde Thomas Samuel Kuhn’un Bilim Felsefesinin Yeri Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2013.